Çarşı Pazar; Kimler Gezer!
Bana daha ziyade bir serüvenmiş gibi gelir bu pazara gitmeler…
Gerçi yukarıda "alışverişi severim” dedim ama benim pazarlarda yaptığım şeyi bu sözle adlandırmak ne kadar doğru olur bilmiyorum çünkü çoğu kez pazar ziyaretlerim gürültülü bir karmaşanın içerisinde isteyerek kaybolmak, türlü çeşit ürünü her seferindeyeniden keşfetmek, çevreyi izleyerek yeni insanlar tanımak, tabii ki çeşitli yiyecek malzemelerinin ve yeme-içme maddesinin ortasında hafif bir esriklik içerisinde o tezgahtan bu tezgaha sürüklenerek gözümü doyurmak; kısacası, rengarenk bir tazeliği içime çekip birkaç saatlik bir şenlik yaşamak şeklinde tezahür eder. Yani anlayacağınız, çoğu kez bir ucundan girdiğim bir pazarın bir başka ucundan çıktığımda hiçbir şey satın almamış veya ihtiyacım olanlardan başka her şeyi satın almış olduğumu fark ederim! Bu şekilde gerçekte istediğim hiçbir şeyi alamamış bile olsam pazar dönüşlerinde kendimi son derece doygun, muzaffer ve mutlu hissettiğim için de yaptığım şeye "alışveriş” demekte tereddüt ederim. Bana daha ziyade bir serüvenmiş gibi gelir bu pazara gitmeler…
Hem alışveriş yapmayı seven ve hem de yiyeceklerle ilgilenen birisi olduğumdan, pazarları hayatın vazgeçilmez renklerinden birisi olarak kabul ederim. Üstelik aslında dünyanın pek çok yerinde birbirine benzer tarzda pazarlar mevcut olduğu halde ben nedense pazarları hep Akdeniz kültürünün bir ürünü olarak düşündüğüm için de ayrıca çok severim.
Sözlükler, pazarı "İnsanların, genelde arz ve talep kuralları tarafından yönlendirilmiş bir biçimde, ticaret yapmasına izin veren mekanizma” olarak tanımlıyor. Yani pazar kelimesi,sadece bir mekanı değil, herhangi bir ürünün alıcıların beğenisine sunulabileceği, satılabileceği veya değiş tokuş yapılabileceği ortamların tümünü tanımlıyor aslında.Pazar ayrıca, "bir ürünün satılması için potansiyel oluşturan bir alıcı grubu” anlamına da geliyor. Benim asıl ilgimi çekense, pazarın fiziki olarak satış yapılan bir yeri kast eden en somut ve en basit anlamı… Bu anlamıyla pazarlar (veya bazı tanımlamalara göre "pazar yerleri”), birçok benzer ürün satan satıcıyı aynı mekanda toplayarak potansiyel alıcılarına daha kolay ulaşmalarını sağlayan ve böylece alıcılara da, çoğu kez aracısız olarak, aradıkları ürünün çok sayıda seçeneğini bir arada görüp seçme ve daha ucuz fiyata satın alma olanağı veren alışveriş alanları. Ama gerçekte, benim meraklı olduğum türden pazarlar, yani yiyecek pazarları, yalnızca mal ve para değil kültür değiş tokuşunun da yapıldığı birer yaşam alanı olma özelliği taşıyor. Özellikle de, haftanın belirli günlerinde ve nispeten küçük yerleşim merkezlerinde kurulan pazarlar… Bu pazarların kurulduğu günlerde, bir haftadır biriktirilen tüm haberler, dedikodular, hikayeler, çevredeki pek çok yerleşim merkezinden yiyecek içecek malzemeleriyle birlikte aynı pazar alanına taşınıyor ve haftada bir gün gerçekleşen bu buluşmada hemen oluşuveren sıcaklık ve yakınlık ortamında paylaşılıyor. Sigara molası veren komşusunun tezgahına göz kulak olanlar; terazisi ayarda olan yandaki satıcıya ödünç terazi verenler; torbası biten satıcı arkadaşına torba yetiştirenler; satıcı-alıcı arasında, başka hiçbir ortamda asla katlanılmayacak laubalilikler ve bunu belirleyen pazarlık sohbetleri… Bunların hepsi ve daha nice "memleketimden insan manzaraları”, pazar yerlerinde sıkça rastlanan görüntüler.
Bir de, günün sonunda, elde kalan ürünlerin değiş tokuş edilmesi ve artanların fakirlere bedava dağıtılması gibi, özellikle Anadolu pazarlarında hala çok sık rastlanan durumlar var.
Yine Anadolu pazarlarında, insanların kente indikleri bu tek günü değerlendirerek, doktor randevusu, banka işlemleri veya dost ziyaretleri gibi işleri tamamlaması da adetten. Sonra mesela, çeyizlikler genellikle bu günlerde satın alınıyor; günün kazancından, ihtiyaçlar görüldükten sonra artanlarla yatırım amaçlı altın satın almalar, bu güne denk düşüyor ve çocuklara bu günde mutlaka, kente özgü lezzetlerden bir ziyafet çekilerek, onların da pazar keyfinden nasiplerini almaları sağlanıyor. Örneğin, benim çocukluğumdaki Görele pazarlarından hatırladığım dondurma veya leblebi şekeri ziyafetleri, yeri zor doldurulan bir mutluluktur hala. Görele'nin ünlü kaymaklı dondurmasını veya beyaz ve pembe olabilen ve aslında tadından çok rengiyle mutluluk veren şekerlerini satan satıcılar, pazarın kurulduğu salı günleri, akşama dek dondurma ve şeker yetiştirmekte zorlanırlardı; çünkü tezgahın başında satış için anne babasına yardım eden tüm çocukların ödülü de; farklı bir gün yaşamak umuduyla, alışveriş için pazara gelen annelerinin peşine takılan tüm çocukların eğlencesi de, diğer günlerde kolayca bulamadıkları bu dondurmadan veya şekerlerden yemek olurdu.
Sıkça birbirine karışan iki kavramın nasıl ayrıldığına netlik getirmek gerek; "çarşı” ve "pazar” kavramları. Çarşı, genelde sabit bir alışveriş ortamına verilen isim. Pazar ise, kurulup toplanan satış yerlerini tanımlayan sözcük… Bu nedenle, çarşılar kent mimarisi içerisinde sabit yerlere sahip birimler; pazarlar, daha ziyade geçici mekanlara sahip, gezgin nitelikli oluşumlar. Kim bilir, dilimizdeki "pazar yeri” kavramı da belki buradan geliyor; çünkü tanımından da anlaşılacağı üzere, pazarlar için önce yerleşecek bir yer bulmak gerekiyor. Ancak, sıcak iklimli ülkelerde ve her şeyin aynı ana şehir meydanında olup bittiği küçük kentlerde, bu iki kavramdan birisi kolayca diğerine dönüşüyor veya en azından, her ikisi de iç içe yaşanıyor çünkü hem çarşıların yer aldığı alan, genellikle kentin en büyük meydanı oluyor, hem de zaten pazarlar, günlük yaşamdaki pek çok diğer şey gibi, kent meydanında ve açık havada gerçekleşiyor.
Aslında pazarların tarihteki başlangıcının, herhangi bir üründen yeterince üretilince, insanların ellerindeki fazlayı değiş tokuş yapmak için yaşadıkları yere yakın bir alanda toplanmasıyla olduğunu düşünmek fazla hayal gücü gerektirmiyor. Yunan "agora”larını düşünün. Bu meydanlar, yalnızca fikirlerin özgürce paylaşıldığı değil, aynı zamanda ürünlerin de serbestçe sergilendiği alanlardı, şüphesiz… Roma "forum”ları için de aynı şey geçerli ve tabii tarihin değişik dönemlerinde farklı isimler alan tüm alışveriş mekanları, örneğin "karumlar” ve "arastalar” için de… Zaten pazar yerlerinin günümüze uyarlanmış lüks hali olan "shopping mall”, yani alış veriş merkezleri de, aslında içerilerinde konsept olarak birer forum ya da birer arasta barındırmıyorlar mı?
Günümüzde de, aynen tarihteki agora ve forumlarda olduğu gibi, yaşamın hala kentin tek büyük meydanında ve bu meydandaki çarşıda süregeldiği pek çok kent var hiç şüphesiz. Bu yüzden, geçici olarak kurulmuş bir pazar tezgahı, kentin çarşısındaki herhangi bir dükkanının hemen yanında yer alabiliyor veya pazar sergileri, çarsı dükkanlarının hemen önündeki kaldırımlarda açılabiliyor. Öte yandan, sıcak iklimli ve sıcak kanlı kentlerin tüm yaşamı gibi, alışveriş de sokaklarda yaşandığından, çarşının dükkanları da kaldırımlara taşıp pazar tezgahı görüntüsü yaratabiliyor.
Çarşılardan bu kadar söz etmişken, ülkemizdeki, ünlü çarşılara da bir göz atalım. Pek çoğu tarihi değer taşıyan bu çarşılardan ilk aklıma gelenler, İstanbul'da Kapalıçarşı ve Mısır Çarşısı, İzmir'de Kemeraltı Çarşısı, Erzurum'da Taş Mağazalar, Mardin Çarşısı, Bursa'da Kapalıçarşı, Edirne'de Ali Paşa Çarşısı ve Bedesten, Urfa'da Aktar Çarşısı…
Pazar deyince, herkesin gözünde canlananlar birbirine çok yakın görüntüler olsa da, aslında pek çok farklı türde pazar mevcut… Örneğin, haftanın belirli günlerinde kurulan geçici pazarlara ilaveten, pek çok kentte veya semtte "sabit pazar” denen ve hiç toplanmayan satış yerleri var. Üzeri kapalı belirli bir mekanda yer aldıkları için, bunlara "kapalı pazarlar” da deniyor. Bu tür pazarlara en iyi örnek, İstanbul'un en büyük sabit pazarı sayılan, Bostancı Pazarı… Bunların arasında, pek çok farklı ürünü bir arada satan genel pazarlar olduğu gibi, yalnızca tek bir ürünün ticaretinin yapıldığı "uzmanlık” pazarları da mevcut… İstanbul Levent'teki meyve-sebze pazarı, Gaziantep'teki et pazarı ve yine İstanbul'da İstinye, Kumkapı ve Beşiktaş başta olmak üzere, pek çok yerde mevcut olan balık pazarları gibi. Aslında bana sorarsanız, doğrudan tüketiciye satış yapmasalar da, yani esnafa toptan satış yapan mekanlar olsalar da, meyve-sebze ve balık hallerini de bu kategoriye dahil etmek mümkün.
Sabit pazarlar için size, dünyanın diğer ülkelerinden de bir-iki örnek vermek istiyorum. Bu alanda beni en fazla etkilemiş olanlar, Barcelona'daki Boqueria ve Tunus'un Balık Pazarı, Budapeşte'deki Nagy Vasarcsarnok ve Torino'daki Porta Palazzo.
Boqueria'ya, Ramblas sokağı tarafındaki ana kapıdan girerseniz, karşınıza çıkan renk cümbüşünden gözleriniz kamaşıyor çünkü bu alan meyvelere ayrılmış ve yeryüzünde mevcut olan meyvelerin neredeyse tümü, son derece estetik bir biçimde, üst üste ve yan yana dizilmiş oldukları tezgahlarda sizi bekliyor. Lychee, mango, papaya, ananas, Hindistan cevizi gibi tropikal meyveler; çilek, kivi, kavun, karpuz, muz gibi Akdenizli meyvelerin yanı başında duruyor ve seçtiğiniz meyve soyulup dilimlenmiş olarak kağıt tabaklarda sunulduğunda, tabii ki tadı size asla sıradan gelmiyor… Boqueria'nın aynı bölümündeki diğer ürünler, kuru yemişler ve şekerlemeler. Şekerlemelerin çoğu da meyve biçiminde ve en az meyveler kadar renkli olduğundan, insan hangi birine bakacağını şaşırıyor. Boqueria'nın geniş alanı içerisinde, tahmin edebileceğiniz gibi, meyvelere ilaveten, peynirden, baharata, balıktan sebzeye kadar her tür yiyecek mevcut.Bunların arasında en ilginç olan iki tanesi, jambon ve mantarlar. Jambon, çünkü İspanyol ve Katalan yemek kültüründe "jamon”, yani jambonun çok özel bir yeri ve dolayısıyla binbir çeşidi mevcut. Bunların hepsini de, Boqueria'daki "jamon house”, yani "jambon evleri”nde görmek mümkün. Ve de mantar, çünkü Boqueria'da, dünyanın dört bir köşesinden gelen elli çeşide yakın farklı mantarı satan mantarcı da, en az iki-üç çeşit de Türkiye'den ithal edilmiş mantar sürekli bulunuyor.
Benzer bir şenlik ve karmaşa, Torino'daki Porta Palazzo'da da mevcut; üstelik tipik İtalyan canlılığıyla. 1825'ten beri kurulmakta olan bu pazar, aslında Torino'daki birçok semt pazarından birisi ama hem çeşit zenginliği, hem tarihi özelliği, hem de fiyatlarının makul düzeyi yüzünden en popüler olanı. Üstelik her ayın ikinci pazar günü burada kurulan Balon, yani Torino'nun sevimli bit pazarı da, Porta Palzzo'ya ayrı bir cazibe katıyor. Benim en çok hoşuma giden yönlerinden birisi, pazarın kapalı alanını oluşturan ve yapılış tarihi 1916 yılana uzanan metal ve camdan yapılmış pavyon.
Tarihi Pazar mekanlarından söz edince, Budapeşte'de alışveriş yapmanın alameti farikası haline gelmiş olan Vasarcsarnok geliyor hemen aklıma. Uzun süren bir dizayn, hazırlık, yangın, onarım döneminden sonra, 1897'de açılan bu pazarda da yiyeceklerin yanı sıra hediyelik eşya ve giysi gibi birçok başka şey de satılıyor ama asma kattaki yeme-içme mekanları buranın asıl cazibesini oluşturuyor çünkü bu katta sadece dükkanlar değil, gerçek Macar lezzetlerini tadıp geleneksel Macar kahvaltısı yapabileceğiniz küçük ayaküstü restoranlar ve barlar da var. Fiyat konusunda Porta Pallazo için söyleyeceklerimi tekrarlamam zor olsa da, Vasarcsernok da, tüm benzerleri gibi, insanı alıp götüren, bulunduğu ülkenin pek çok karakteristik özelliğini önünüze seren ve küçücük şeylerle mutlu eden bir pazar.
Tunus'taki Balık Pazarı'na gelince, dünyanın sanırım "Balıkçılık Bakanlığı”na sahip olan tek ülkesinde, ilgi çekici bir balık pazarı bulunmasında şaşılacak bir şey yok tabii ama burada beni çarpan, satılan ürünlerin bolluğu ve çeşitliliğinden fazla, mekanın büyüsü. Üzeri yüksek tavanlarla kapalı bir mekanda, pek de meraklı olmadığım balık kokusunu bile unutmama neden olacak kadar çarpıcı bir müzikle karşılaştım; pazarda gerçekleşen alışverişin ve bu alandaki yaşamın temposunun müziği… Satıcıların bağırışlarının, müşterilerin konuşmalarının ve balık kesen bıçakların tezgahta çıkardığı sesin yarattığı bu müzik; aralarındaki sessiz uyumdan mıydı, yoksa mekanın akustiğinden mi bilmiyorum; benim hayatımda duyduğum en ahenkli müziklerden birisiydi.
Sabit pazarlardan bahsedince, asla söz etmeden geçemeyeceğim iki adres daha var: Paris'te Les Halles ve Londra'da Covent Garden. Her ikisi de, bulundukları kentin tarihi meyve-sebze halleri ve her ne kadar, her ikisi de artık tarihi işlevlerinden sıyrılmış birer kültür ve sanat merkezi olarak kabul edilseler de, benim için hala alışverişin en canlı olduğu, en iştah açıcı yiyecek ürünlerinin bulunduğu ve insan manzaralarının en çarpıcı olduğu pazar alanları.
Günlük pazarlar; semt pazarları…
Tekrar günübirlik kurulan pazarlara dönecek olursak, İstanbul gibi içerisinde birden çok kenti barındıran bir mega-kentte, tek bir "kent pazarı” olanaksız olduğundan, farklı "semt pazarları” kuruluyor. İstanbul'un pek çok semtinde, en az haftanın bir günü semt pazarları kuruluyor. Bazı semtlerde, bu sayı daha fazla da olabiliyor. Aslında, aynı pazarcılar, haftanın her günü farklı bir semtte tezgah açarak, haftayı tüm İstanbul'u dolaşarak geçiriyorlar. Yani İstanbul ve benzeri büyük kentlerde, "pazarcılık” denilen bir meslek mevcut ve bu satıcılar, pazarda sattıkları ürünleri hallerden ve mezatlardan ve bazen de üreticilerden alıp pazara gelen tüketiciye satıyorlar. Anadolu'daki daha küçük kent ve kasabalardaysa, pazarda mal satarken gördüğümüz insanlar, çoğu zaman, bu yiyecekleri yetiştiren insanlar veya onların aileleri oluyor; yani işleri pazarcılık veya satıcılık değil, çiftçilik, seracılık veya hayvancılık. Bu nedenle de, Anadolu kasabalarındaki pazarlarda, farklı köylerden gelen farklı kültürlere ait üreticiler ve değişik ürünler, daha kendine özgü ve daha renkli bir manzara oluşturuyor.
"Pazar analizi”mize devam etmeden önce, Türkiye'nin bazı ünlü pazarlarına bir göz atalım istiyorum. İstanbul semt pazarlarının en eski ve ünlüleri, Beşiktaş, Kadıköy, Bakırköy ve Feriköy pazarları. Bazen de, belirli bir yöreye ait ürünlerin satıldığı özel pazarlar kuruluyor. Kasımpaşa'daki Kastamonu Pazarı (ki, pek çok nefis gıda malzemesinin arasında, en fazla peynirleriyle ünlüdür) veya Beykoz'daki Karadeniz Pazarı (ki bu da, geldiği yörenin mutfak özelliklerinden tahmin edebileceğiniz gibi, türlü çeşit yeşilliği ve otlarıyla ünlüdür) gibi… Bazen de, Türkiye'nin her yerindeki pazarlar, kuruldukları günün adıyla anılıyorlar; Salı Pazarı, Perşembe Pazarı gibi.
Ülkemizde, pazarlarıyla en ünlü yöreler, Karadeniz ve Ege Bölgeleri… Özellikle Karadeniz'de Bartın, Ünye, Tirebolu ve Ege'de Havran, Tire ve Ödemiş pazarları tüm Türkiye'de biliniyor. Bunların dışında, Ankara Saman Pazarı, Niğde ve özellikle Bor Pazarı, Beypazarı'nın pazarı ve Edremit pazarı da çok geniş ve ünlü pazarlar…
Akdeniz’in diğer “semt”lerinden pazarlar…
Sözünü ettiğimiz türden, haftanın belirli bir günü açık havada kurulan ve ağırlıklı olarak yiyecek maddesi satan pazarlar, Türkiye'nin dışında yine Akdeniz ülkelerinde en fazla görülüyor. Benim şöyle bir düşündüğüm zaman hatırlayabildiklerimin başında, Fransa'da,Provence'da gördüklerim geliyor; Nice Pazarı ve Avignon yakınlarındaki Apt Pazarı, örneğin. Bu pazarların göz bebeği, türlü türlü zeytinler, zeytinyağı, rengarenk ve farklı aromalara sahip sabunlar, tabii ki her çeşit meyve-sebze ve yöreye ait lavanta ve ayçiçeği desenleriyle süslü sofra tekstilleri. Bu yörelerde pazarlar o kadar bizimkilere benziyor, insana o kadar tanıdık geliyor ki, neredeyse satıcıların Türkçe olarak bağırmamasına şaşırıyorsunuz!
Yine Akdeniz'den çok çarpıcı bir pazar meydanı, Fas'ın Marakeş kentindeki Jemaa el Fnameydanı. Kobra yılanı oynatıcılarından hokkabazlara kadar yüzlerce değişik insanın doldurduğu bu alanda, özellikle Arap kültürüne ait tatlıların pek çoğunu açıkta satılırken bulabiliyorsunuz. Yine bu ülkelerin ortak lezzeti olan felafel ise, taze taze önünüzde kızartılıyor. Daha ziyade, havanın nispeten serinlediği akşamüstü saatlerinde canlanan bu meydanda, mevcut karmaşadan ürkmeyerek, bir şeyler alıp yemeğe cesaret edebilirseniz eğer, tattığınız lezzetten hiç pişman olmuyorsunuz.
Peki ya Akdeniz’den uzaklaşırsak?
Akdeniz dışında, pazar uygulamasının en zengin ve renkli olduğu ülkeler, Uzakdoğu veGüney Amerika ülkeleri. Özellikle Peru ve Tayland'daki pazarlar egzotik nitelikleriyle, dünyanın en ilginç ve popüler pazar alanlarını oluşturuyor. Peru'daki pazarlar, yiyecek kadar, başta dokumalar olmak üzere tüm geleneksel el sanatlarının da değerlendirildiği alışveriş alanları. Tayland'da ise, dünyanın belki de tek su üzerindeki pazarı mevcut. Bangkok yakınındaki pazarda, satıcılar, nehrin üzerinde sandallarından satış yapıyorlar. Sebze ve meyvelerin renk cümbüşünden etkilenmemek mümkün değil. Yine Bangkok'ta kentin içerisindeki deniz ürünleri pazarındaysa, ülke mutfağının en önemli unsurlarından birisi olan kabuklu deniz hayvanlarının en tazelerini bulmak mümkün. Tayland aynı zamanda da dünyanın sokak yemekleri cenneti olduğu için, satın aldığınız ürünleri sokakta pişirtip hemen yemenizi mümkün kılan bir sistem bile var.
Amerika'da ise, haftanın belirli günleri kurulan yiyecek pazarlarına, "Farmers' Market”, yani "çiftçi pazarı” deniyor ve bu pazarlarda daha ziyade, tarım ürünleri satılıyor. Bir dönem hazır yiyecekler yüzünden popülerliğini kaybeden bu pazarların, sağlıklı beslenme, doğal yiyecekler ve organik gıdalarla ilgili trendler geliştikçe, yeniden gözde olmaya başladığı biliniyor. Aslında düşünecek olursanız, bu "çiftçi pazarı” geleneği, bizdeki "köylü pazarları”nın aynısı değil mi? Demek ki, dünyanın her yerinde insanlar eninde sonunda aynı doğruda buluşuyorlar.
Sözünü ettiğimiz farklı türde pazarların hepsinin de işlevi aynı aslında; alıcı ile kimi zaman üreticiyi, çoğu kez de satıcıyı yüz yüze getirerek, yarattığı yakın ortamda her ikisine de dolaysız olarak ve kolayca derdini anlatma olanağı veriyorlar. Yani pazarların ortak özelliklerini, aslında belki de, satıcıyla alıcının, normalde başka bir mekanda olacağından çok daha doğrudan ve çok daha yakın bir sohbete girmesini mümkün kılması olarak tanımlamak gerekir. Böylece, alıcı olarak, istediklerinizi elinizle seçip (fazla mıncıklama yok!) nispeten daha ucuza almanız mümkün oluyor. "Nispeten” diyorum çünkü İstanbul'un pazarlarını düşünüyorum. Semtten semte dolaşan pazarcıların, malın alış fiyatına veya maliyetine göre değil de, bulundukları semtin ekonomik düzeyine göre günlük satış fiyatı belirlediklerini biliyorum. Örneğin, aynı ürünü, en eski ve klasik pazarlardan birisi olan Beşiktaş Pazarı'ndan aldığınız fiyata, "sosyete pazarı” olarak bilinen Ulus Pazarı'ndan almanız biraz zor.
Pazarlarla ilgili, belki de hiç düşünmediklerimiz…
Bence pazarlardan alışveriş yapmayı keyif haline getiren çok önemli başka özellikler de var: Birincisi, açık veya yarı açık bir mekanda, kapalı bir "içeriye” girmeden alışveriş yapıyor olmak, sıcak iklim ülkelerinde özel bir keyif verdiği gibi, en soğuk yerlerde bile insana, kuyruk bekleme, sıraya girme, reyon dolaşma derdi olmadan, çabucak istediğini alıp gidiverme duygusunu yaşatıyor. Böylece de, insanın pazarda alışveriş yaparken harcadığı zaman hiç de küçümsenecek bir şey olmadığı halde, buradan bir şeyler almak insana zaman kazanma duygusu veriyor.
İkincisi de, büyük kentte sistemin işleyişi, herhangi bir malın ancak birkaç ara kademeden sonra bakkala, şarküteriye veya manava ulaşmasına izin verdiği için, bu ara kademeleri ortadan kaldıran veya azaltan her uygulama, doğal olarak çok kabul görüyor. Dolayısıyla, pazarlarda satıcının tüketiciye "aracısız” sunduğu şey, yalnızca çeşit, kolaylık ve ucuzluk değil, tazelik de oluyor.
Üçüncüsü de, pazardan her zaman kelepir bir şeyler aldığınız duygusu. Bu durum, akşama doğru, elde kalan malların ziyan olmaması için daha ucuza satılması anlamına gelen "akşam pazarı” olgusuyla daha da bir netlik kazanıyor.
Pazarlar ayrıca, çok canlı ve tipik bir sokak yemeği geleneğini de içerisinde taşıyor, çünkü bu kadar kalabalık insan grubunun bütün gün bir arada bulunduğu her yerde, tabii ki kısa sürede, klasik sokak yemeği manzaraları ortaya çıkıyor. Alışveriş yaparken acıkanların ve pazar esnafının karnını ayaküstü doyurmak için, hemen bir kenarda lahmacuncu ve dürümcü, öbür tarafta sandviççi ve simitçi, yanında börekçi ve helvacı, yani sokak yemeği ve sokak satıcısı olarak ne biliyorsanız birikiyor. Hatta bazen pazar alanlarında günlük geçici lokantalar bile kuruluyor. Tüm bunlara bir de askıda cam bardaklar içerisinde, tavşan kanı çay satanları ekleyince, sokak yemekleri manzarası tamamlanmış oluyor.
Pazar kavramı da yeme-içme dünyasından pek çok başka konu gibi, dilimizde bazı deyimlerin ve klişelerin içerisinde yer alıyor. Bu deyimler, pazarların karmaşa ve zenginliğine de gönderme yaptıkları için, kısaca bakmakta yarar var. "Pazarlık etmek”, "pazar ola!”, "akşam pazarı”, "ortalık pazar yerine dönmüş”, "hiçbir şey yapamazsan, gidip pazarda limon sat!” ilk aklıma gelenler… Bir de biliyorsunuz, pazarların yaşamın akışı içinde önemli fırsatlar oluşturduğunu hatırlatan meşhur bir deyimimiz var; "Geçti Bor'un pazarı, sür eşeği Niğde'ye!”
İlginç bulduğum bir diğer şey de, yemek dışında farklı özel konulara ayrılan pazarların çeşitliliği. Antika pazarı, çiçek pazarı, kitap pazarı gibi. Ya da, belirli bir ülkenin ürünlerini satan özel pazarlar; Trabzon'daki Rus Pazarı, Gaziantep'teki Suriye Pazarı, İstanbul Kapalıçarşı'daki Afgan Pazarı gibi. Ya da satılan malların özelliğine göre isim alan pazarlar; Ödemiş'te, kadınların el emeklerini değerlendirdikleri Kadınlar Pazarı gibi. Söz bu karmaşadan açılmışken, itiraf etmekte bir sakınca yok herhalde: Ben de pek çok çocuk gibi, uzunca bir süre, "bit pazarı”nı bitlerin satıldığı bir yer sandım!
Pazarlar, hem çok çeşit, hem iyi kalite, hem ucuz fiyat demek… Buna ilaveten, bir dekalabalığın şenliği, karmaşanın neşesi ve de paylaşmanın keyfi var. Pazarlar, size de tazelik ve canlılıkla birlikte, günün sabah vaktini ve farklı mevsimleri düşündürüyor mu? Pazarlardaki türlü çeşit bağrışmayı, siz de benim kadar müzikal buluyor musunuz? Yıllardır pazardan tanıdığınız bir satıcı teyzenin torununun iyileşip iyileşmediğini siz de merak ediyor musunuz? Cevabınız evet değilse eğer, şaşırmaya hakkım olmaz; ne de olsa, pazar dediğiniz, yiyecek ürünlerini, taze ve ucuz olarak bizlere iletmek için kurulmuş bir mekanizmadan ibarettir… Ama içlerindeki cümbüş hayatın akışını insana güçle hissettirdiğinden midir; yoksa bana babacığımın yiyecek alışverişinden aldığı keyfi anımsattığı için midir bilinmez; pazarlar, benim için her zaman, sattıklarının çok ötesinde bir coşku anlamı taşırlar… Bu yüzden, pazarda karşıma çıkan renkler ve kokular beni mutlaka mutlu eder; sunulan bolluk ve bereket içimi güven doldurur ve pazardaki kalabalık ve insan sesleri bana her seferinde yepyeni bir serüven vaat eder…
Güzin Yalın'ın Ruhun Gıdası Kitaplar tarafından yayına hazırlanmakta olan İnsan, Yemek, Mekan adlı kitabından alıntıdır. Kaynak: Mynet
İstanbul pazarcıları adına bu yazıyı kaleme alan Güzin Yalın'a teşekkür ederiz.
8 Eylül 2016 Perşembe | 10533 Görüntülenme
İlgili Kategori: Yazılı Basın