Küresel Bela - Küresel Isınma
Bir Kızılderili sözü vardır, sorumlulukların belirtilmesine ışık tutan; “Biz dünyayı atalarımızdan miras olarak değil, çocuklarımızdan emanet aldık.” der kısaca. Yaşamın gerekliliği kadar, geçmiş ve gelecekle ilgili köprü olabilecek insanın nasıl davranması gerektiğini açıklar özlüce.
Ben duygusunun, biz duygusuna dönüşemediği bireysel duruşlarda hoyratça bir davranış biçimi vardır. Yaşamı kendi özgül ağırlığından ibaret sayan bu düşünce biçiminin, çevresine ya da geleceğine herhangi bir katkıda bulunması da olası değildir. Yaşadığımız çağda ben duygusunun köklü hâkimiyeti basını, yayını, televizyonu aracılığıyla en ücra köşelere kadar nüfus etmiştir.
Yanlış kullanılan atasözü ya da beylik sözlerle ülkemiz özgülünde de bu anlayış desteklenmektedir. “Her koyun kendi bacağından asılır”, “Gemisini kurtaran kaptan” lakaplı bu sözcükler toplum dışılığın yerleşik simgeleridir.
Oysaki; birey toplumun değişmez bir parçası ve onun tamamlayıcısıdır. Genel değerlerin, özel değerlerden ayrıştırılmadan yaşamın sürdürülebilmesi, geleceğin de teminatı olarak algılanmalıdır.
Dünya yüzeyinde ki açlık ve yoksulluğun bileşkesi olarak yeni bir gündem oturmakta karşımıza, küresel ısınma adı verilen, bir anlamda dünyayı ve üzerinde varolan canlıların tamamını tehdit eden bu gündem; bireysel ya da sistemsel davranışların her birinin sorgulanmasını getirmekte kaçınılmaz olarak. Bölgesel savaşlarda ölen insanları, açlıktan ölen insanları görmezden gelen bu dünya vatandaşları, kapılarına dayanan tehlikeyle baş etmek zorluğunu hissetmekte yavaş yavaş. Beni alakadar etmez dedikleri, göz yumdukları, rehavete kapıldıkları dönem, bir daha açılmamak üzere kapanmakta.
Tüketimin akıl almaz derecede ulaştığı seviyeler ve eşdeğer kirletme biçimleri yaşadığımız dünyayı havasız, susuz bırakmakta ve dayanılabilir sıcaklıkların ötesinde bir tehlikeyle karşı karşıya getirmekte. Gelişmiş ülkeler diye tabir edilen ülkelerin arzlarının alabildiğine çılgın artış seviyesi ve tüm dünyanın bu çılgınlığa uygun hareket etmesine paralel olarak, kirlenmişlik gökyüzünde delikler açmakta, güneş ışınlarının direkt olarak yeryüzüne gelişine olarak tanımakta, buzulların erimesine ve yansıtıcı özelliklerinin kaybolmasına sebebiyet vermekte. Su seviyelerinin yükselmesiyle birlikte karasal alanları tehdit etmekte, içilebilir su kaynaklarının yok olmasının temelini oluşturmakta, orman yangınlarıyla birlikte oksijen üretim depolarının tahribatını hızlandırmakta, aşırı ısınmayla çöl yapısının yerleşik hale gelmesini sağlamakta.
Bu karanlık tablo bir senaryo ürünü değil günümüzde. Yaşanılan ve her geçen gün büyüyen bir tehlike. Bütün bunlara karşı önlem alınabilecek bir birliktelikte sağlanabilmiş değil insanlar ve ülkeler arasında. Yaşanılabilir alanların tahribatının maliyeti on milyarlarca insanın oradan oraya göçüne neden olabilir yakın bir gelecekte. Bunun bir diğer anlamı, yeni savaşlar ve yıkımların insan hayatında ki kaçınılmazlığı ve salgın hastalıklar tabii ki…
Yaşlı dünyanın genç üyeleri, türsel değişimlerin gelişeni ve üretkenidir insanlar. Üretimin geliştirdiği zekâsıyla yönlendirme yetisini kazanan bu genç üyeler bir arada yaşarken dönemsel olarak ilişkilerini de değiştirip geliştirerek, dünyanın kaderini belirleme doğrultusunda yol almıştır. Toplumsal birliktelik sistemleri, çeşitli evrelerde ilkel, köleci, feodalizm ve kapitalizm olarak adlandırılabilir. İlk üç dönemde toprağa bağımlı hayvancılık ve tarım ilişkileri sürece hâkimken, kapitalizm aşamasıyla birlikte sanayi faaliyetleri, yeraltı ve yerüstü kaynaklarının işlenmesi gündeme gelmiştir. 1850’li yıllar itibariyle yeryüzünün tanıştığı sanayi kapitalizmi, kör hedefleri doğrultusunda bütün dünyayı Pazar olarak hedefleyerek, hitap ettiği insana rağmen gayri insani kirlenmenin temelini oluşturmuştur. Milyonlarca yıl yaşama kaynağı olan dünyanın akıl almaz kirlenme yolculuğu bu aşamadan itibaren tetiklenmiştir. Günlük hayata nüfus etmeye başlayan sanayi üretimi avadanlıklar, ticaret yollarını (kara-hava-deniz ulaşımı) kaçınılmaz kılmıştır. Arzın (kar için yapılan üretimin) ulaştığı seviye, ulaşım araçlarının devreye girmesiyle birlikte sınırsız bir çılgınlığı patlatmıştır. Sanayi alanlarının yanında yerleşim birimlerinin oluşturulması, doğal yapının çözülerek betonlaşmanın yolunun açılması, ormanların talanı, yeraltı fosil ürünlerinin (petrolün) yakıt olarak kullanımı, sanayide kimyasal çözümlemeler ve önlemsiz doğaya salınımı, ölümcül gidişin belli başlı göstergeleridir. Kapitalist süreçte teknoloji devrimi olarak adlandırılan gelişim, teknik olarak canlı azaların yavaş yavaş, giderek topluca imhasına tekabül eder. Günümüzde cinayet diye adlandırılabilecek bu girişim o kadar yüksek bir seviyeye çıkmıştır ki, doğal dengelerin, mevsimlerin altüst oluşunu göz önüne sermektedir. Sera gazları, karbondioksit miktarı, ozon tabakasının delinmesi doğallığı geri dönülmez noktalara getirmiştir.
Bilimsel veriler doğrultusunda salt 2007 yılı içerisinde 1.200.000 km2 lik buzul alanın çözüldüğü, buzullar bölgesinde sıcaklık oranlarının +22 dereceye vardığı, kar yağışı yerine yağmur yağışının arttığı tespite değer konular olarak görülmektedir. Bilimsel takvimler 2050 ila 2100 yılları arasında deniz seviyesinin 6 metre yükseleceğini gösteriyor. Kısacası geri dönüşümsüz yolda son sürat uçuruma sürüklenen bir dünyada yaşıyoruz. Göstermelik çözümlere dahi yanaşmayan ülkeler ve yöneticileri para babalarının esaretinde bütün bu gelişmeleri istiflerini bozmadan izlemekte. Oysaki, bütün canlıların ve onlara ait kavramların kendini ifade edebildiği yegâne kutsal alandır yaşam. Kutsiyetini belirleyen varolmuşların, varolanların ve varolacakların soludukları nefeste tartışmasız eşitliğidir. Herkesin ve her canlının sonuna kadar savunduğu mutlak öznedir. Bu nedenden ötürü yasaldır, yasalar üstüdür, değişmezdir nitel olarak.
Milyonlarca yıl, evet milyonlarca yıl önce kırıp zincirlerini, kaçıp güneşin tutsaklığından yaşamsal dengeleri yaratan dünya, bağrında onbinlerce, yüzbinlerce canlıya hayat veren dünya, havasıyla, suyuyla, toprağıyla onları besleyen anaç davranan dünya, besleyip büyüttüğü yaşamın ihanetiyle, aymazlığıyla, acıyla kıvranmakta şimdi. Yarattığı şeylerin, değerlerin, hançer olup göğsüne saplanışını izlemekte şaşkınlıkla. Tükenişinin kaçınılmazlığının farkındalığıyla, yapabileceği hiçbir şeyin olmayışının çaresizliğini hissetmekte iliklerine kadar. Tepkilerini anlatmaya çalışmakta zaman zaman, kâh ağlamakta seller gibi, kâh yanmakta çöl misali, rüzgâr olup esmekte, göçmekte, erimekte denizlere karışıp, kâh yutmakta alanları üzerinden taşıp, haykırmakta yani, duyun beni, görün beni, anlayın ve durdurun bu çılgınlığı demekte. Demekte ama kör sağır bir yaşam sürdürmekte en çok değer verdikleri. Umursamamakta, gelecek endişesinden yoksun bir tavırla, hoyratça kullanmakta dünyayı, her şeyi ama her şeyi içinde bulunduğu andan ibaret sanan, tüketen, tüketilen, tükenen insan. Evet insan, dünyayı tanımlayan, atadan-torunlara geleceği bağlayan insan. Tarihin derinliklerinden gelip bilinmeyen birçok bilmeceyi çözümleyen, çözümledikçe karmaşalar yaratan, karmaşıklaştırdıkça bocalayan, ölen, öldüren, savaşan, yarattığı uygarlıkta, yok ettiği dünyanın tezadında kendi kendini imha eden insan… susan insan…
Ve şimdi çocuklarımızdan aldığımız emanetin gereğini yapmak zorundayız bütün olarak… Kişisel kaygılardan arınıp yarına dair bir şeyler yapmanın bilincinde olmalıyız.
Bir dünya ki, hepimiz içindeyiz, seslenmekte;
“Ben sizin için varoldum ve sizin için varım. Siz umursamazsanız nasıl yaşarım ve nasıl yaşarsınız bensiz?..”
Bizce haklı, siz ne dersiniz?..
İlgili Fotoğraflar
21 Temmuz 2016 Perşembe | 3658 Görüntülenme
İlgili Kategori: Pazarcı E-Dergi